Askeri Açıdan Kıbrıs Barış Harekatının Oluşumu, Gelişmesi ve Sonuçları
Doğu Akdeniz'in Sicilya ve Sardunya’dan sonra üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, tarih boyunca siyasi ve stratejik açılardan önemi olan bir adadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır'ı alması Osmanlı Devleti’nin Akdeniz'in doğusundaki egemenliğini ve güvenliğini tamamlaması açısından Kıbrıs'la doğrudan ilgilenmesine neden olmuş ve Ada 1571 yılında II. Selim döneminde Venedik Cumhuriyetinden alınmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Anlaşması uyarınca Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği Kars, Ardahan ve Batum'dan Rus ordularının geri çekilmesi taahhüdü ile Kıbrıs Adası 4 Haziran 1878 de İngiltere'ye kiralanmıştır. Adadaki etnik kimliklerin belirginleşmesinin daha da ön plana çıktığı bu dönem sonrası 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak eden İngiltere, 1923 Lozan Anlaşması'nın 16. ve 21. maddeleri ile bu ilhakı resmileştirmiştir.
I. Dünya Savaşı sonrası yoğunlaşan sömürgelerin bağımsızlık sürecinde adada self- determinasyon hakkına dayanarak dile getirilen bağımsızlık taleplerine Türk ve Rum toplumları arasındaki gerginlikler de eklenince 1950'li yıllarda İngiltere bazı ayrıcalıklar karşılığında adada self- determinasyon ilkesinin uygulanmasını kabul etmiştir. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan müzakereler sonucu imzalanan 11 Şubat 1959 Zürih ve 19 Şubat 1959 Londra Anlaşmaları ile 16 Ağustos 1960 yılında iki halkın ortak egemenliği ve yönetiminde iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Adada bir anlamda dondurulan etnik çatışma 21 Aralık 1963 yılında Lefkoşa'da yaşanan olaylar sonucu 11 yıl sürecek sıcak çatışmalara dönüşecektir. İlk aşamada 1964 Ocak ayında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios'un İttifak ve Garanti Antlaşmalarını feshettiğini açıklaması, Adadaki Türk ve Rum toplumu arasında nazik bir denge kuran anlaşmalarla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni fiili olarak yıkacaktır ve Türk toplumunun bağımsız devlet kurma çabalarını da beraberinde getirecektir. 1964 yılında Adadaki Türk toplumunca oluşturulan “ Genel Komite”, 1967 yılında “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi'ne”dönüşecek ve 1968'te başlayan toplumlararası görüşmelerden 1974 yılına kadar herhangi bir sonuç alınamayacaktır.
Adadaki Rum yönetiminin Yunanistan'la iktidar mücadelesi 21 Kasım 1967'de Yunanistan'da iktidara el koyan Albaylar Cuntası’nın 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı gerçekleştirdiği darbe ile sonuçlanmıştır. Türkiye bu darbeyi gayri meşru bir askeri yönetimin kurulması olarak değerlendirmiş ve adadaki Türk toplumunun güvenliğinin sağlanması açısından Kıbrıs'a çıkarma harekâtı kararı almıştır.
Bu yazıda Türk savaş tarihine başarılı ve savunma karakteri ön plana çıkan bir harekât olarak geçen ancak Kıbrıs konusunu ulusal ve uluslararası toplumun gündeminden bugüne kadar düşürmeyen Kıbrıs Barış Harekâtı, hazırlık safhasından başlayarak tüm yönleriyle incelenecektir.
A- KIBRIS'A ÇIKARMA YAPILMADAN ÖNCEKİ HAZIRLIKLAR
Yunanistan'daki cunta yönetimi tarafından planlanan darbe 15 Temmuz 1974 sabahı Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) tanklarla Makarios'un başkanlık sarayına saldırısı ile başladı. Geçici hükümet başkanlığına EOKA'cı Nikos Sampson'un geçtiği açıklandı. Darbenin ardından 15 Temmuz 1974 Pazartesi sabahı, Cumhurbaşkanlığına getirilen Nikos Sampson ilk iş olarak “ Kıbrıs Elen Cumhuriyeti'ni” ilan etti.
Yunan darbesinin yapılması ve arkasından Rumlar arasında çatışmaların çıkması Kıbrıs Türk kesiminde büyük bir telaş yaratırken, Kıbrıs Türk Lideri Rauf Denktaş “ Darbenin Rumlar arasında bir iç mesele olduğu ve Türkleri ilgilendirmediği için sakin bir tavır içinde beklemek gerektiğini” vurgularken, Türkiye'nin müdahale etmesi talep ediliyordu.
15 Temmuz'da Ankara'da gelişmeleri değerlendirmek üzere Milli Güvenlik Kurulu acilen toplandı. Darbe haberi alındığında bunun ne anlama geldiğini değerlendirmekte zaman yitirilmedi. “ Sampson darbesinin Türkiye'nin güvenliği yönünden önemi üzerinde durularak birkaç yıl sonra, hatta resmi seçim ile Kıbrıs'ta Enosis'in ilanının olacağı aşikârdı. Böylece, Akdeniz'de Türkiye'nin sıcak karnında bir Yunan adası ve Yunan üssü olacaktı. Orta ve Güneydoğu Anadolu Yunan uçaklarının menziline girecekti. Şimdi tepki gösterilmediği takdirde Kıbrıs ileride Türkiye için büyük bir tehlike olabilecekti ”. Garantör Devletlerin ahdi yetki ve yükümlülükleri anımsatılarak özellikle Yunanistan'ın müdahaleci devlet olduğu ve bu yetkisini Kıbrıs'ta varolan Anayasal düzenin korunması amacıyla kullanılması gerektiği halde; bu yetkisini kötüye kullanarak darbeyi Rum Milli Muhafız Ordusu kuvvetlerine azmettirdiği için bu devletle danışmaya gerek olmadığı noktası üzerinde durulmuştur. Ancak, harekât için gerekli olan hazırlanma süresine kadar siyasi gelişmelerle zaman kazanılmasına çalışılacaktı. O gece çıkarmanın 20 Temmuz 1974 sabahı yapılması kararlaştırıldı.
Garantör devlet olması nedeniyle İngiltere ile görüşme isteğinde bulunuldu ve 17 Temmuz 1974 tarihinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Londra'ya gitti. Yapılan görüşmelerde İngilizlerin, daha çok askeri müdahaleye başvurulmadan, darbeden önceki durumun nasıl geri getirilebileceği konusun üzerinde durdukları dikkati çekmiştir.
Ecevit Londra'da iken ABD Başkanı Nixon durumu Türkiye ve İngiltere ile müzakere etmek ve daha sonra Atina'ya giderek Yunan Hükümeti'yle görüşmek üzere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlarından Joseph Sisco'yu hemen Avrupa'ya göndermiştir. Ecevit durumun vahametini Sisco'ya anlatmaya çalışmış ve yitirilecek zaman bulunmadığını ifade ederek darbe ile barışçı çözüm yolunun Yunanistan tarafından kapatıldığını anlatmak istemiştir. Sisco sonunda Türkiye'den 24 saat harekete geçmemesini istemiş ve derhal Atina'ya uçmuştu.
İşaret edilen bütün siyasal, diplomatik ve askeri etkinlikler yürütülürken, bir yandan da askeri hazırlıklara hızla devam edilmiştir. Harekâta katılabilecek satıh birlikleriyle muharebe ve idari destek birlikleri Mersin-Taşucu bölgesi ve civarında yığınak yapmaya devam etmiştir. Deniz ve Hava Kuvvetleri bir yandan savaş hazırlıklarını yürütürken buna paralel olarak Mersin-Taşucu- Kıbrıs üçgeni ve civarında keşif ve devriye harekâtını sürdürmüştür.
Türkiye, Kıbrıs'a müdahale edebilmek için deniz aşırı harekât gereklerine uygun olarak yıllardır imkânlarını arttırıyor ve 1963 Kanlı Noel olaylarından beri Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini koordine etmeye çalışıyordu. 1974 Temmuz'unda Türk Ordusu, iki taburu paraşütle atabilecek, bir taburu helikopterle taşıyabilecek, dört taburu, bir kısım tank ve topla birlikte bir defada denizden çıkarabilecek durumdaydı. Bu kabiliyetini 23 saatte iki taburu paraşütle atarak, bir taburu helikopterlerle taşıyarak ve 48 saat sonra da dört-beş taburu denizden çıkararak takviye edebilmekteydi. Türk Ordusu Güney'de Kıbrıs'a karşı hazırlanırken, Batı da olası bir Yunan savaşına karşı önlem aldı. Trakya'daki 2. ve 5. Kolordu birlikleri Yunan sınırına hareket etmiş, Batı Anadolu'daki Ege Ordusu sefer görev yerini almıştı.
Gerek 1964 ve gerekse 1967'de Kıbrıs'a çıkarma kararı alındığında ordunun havadan bir harekât için olanakları hemen hemen yok gibiydi. 1967'de Silahlı Kuvvetlerin 6 taşıma uçağı ve 450 paraşütü vardı ki bununla ancak iki bölük kullanılabilirdi. 1974'e gelindiğinde Silahlı Kuvvetler beş bin kişilik bir hava indirme tugayını iki parti halinde de olsa taşıyabilecek taşıma uçağına ve o sayıda da paraşüte sahipti. Helikopter sayısı da bin kişilik bir piyade taburunu tüm silah ve personeliyle bir yerden alıp uzak diğer bir yere taşıyacak sayıya ulaşmıştı. 1967'ye kadar hemen hemen hiç bulunmayan askeri deniz çıkarma araçları da bir kısmı tank da taşıyabilecek şekilde çoğalmıştı. 1972'den sonra özel çıkarma birliği olarak bir deniz piyade alayı kurulmuştu. 1950'den beri savaşmayan (Kore'ye bir tugay göndermenin dışında) Türk Silahlı Kuvvetleri muharebelerin en zorundan biri olan Amfibi Harekât (Denizaşırı) uygulayarak kara- deniz ve hava kuvvetle işbirliği içinde Ada'ya indirme ve çıkarma yapmak zorundaydı.
Gönderen Aytekin AYDIN - Salı, Mayıs 26, 2009